19 Ağustos 2011 Cuma

Aziz İstanbul

Bazen bir yere giderim bilmeden. Bir söz vardır, gideceğin yeri değil, yönü belirle diye, öyle yaparım işte. Aklıma esmesine de gerek yok sokaklarda olmak, deniz havasını nikotinle birlikte ciğerlerime çekmek benim için artık yaşamsal bir faliyet gibi. Bir borç gibi üzerimde sürekli. Çünkü gidip görmediğim bir yer kalmasın istiyorum, hakkını vereyim, çağlar açıp kapatan bu yüce şehrin diyorum. Diyorum ve yola çıkıyorum. Hayat bu günlerde, paramın yettiği kadar benzin alıp, benzinimin yettiği kadar gezmekten ibaret benim için. Öyle şey mi olur, insan tek başına amaçsızca gezebilir mi demeyin. Çok da güzel olur, çok da iyi olur tamam mı.

Lafı yine fazla uzattım, öyle günlerden birinde Anadolu Yakası'nda gezinirken hep gitmek istediğim bir yere denk geldim. Tesadüf işte güzeldi, görülmeyi hak eden bir yerdi . Her duyguyu ayrı ayrı hissettirebilecek bir yer. Belki de İstanbul şairi Y. Kemal Beyatlı'nın İstanbul'a bakıp bu dizeleri yazmasını sağlayan yer, kim bilir?
İyi seyirler :)

                           ''Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.
                            Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
                            Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul,
                            Sade bir semtini sevmek bile, bir ömre değer.''



17 Ağustos 2011 Çarşamba

Cunda'dan

Bu yaz tatilimi sevdiğim bir kaç arkadaşımla birlikte Cunda'da geçirme mutluluğunu yaşadım. Büyük keyifti her yönüyle. Bu kısa özeti verip yağ çektikten sonra esas konumuza gelelim :)


Her akşam güneşin batışını izledik oturduğumuz yerden, konuştuk aslında biz dönüyoruz onu göremeyecek noktaya kadar diye. Ama üzerimizde bıraktığı renkler, kaybolurken bıraktığı hisler tarif edilemez. Bu fotoğrafları gördükçe tekrar orda olabilmek için can atıyorum. Umarım beğenirsiniz. İyi seyirler :)









16 Ağustos 2011 Salı

Padişahın Bahçesinden

Yıldız Korusu, bilenler sever. İstanbul'un elde avuçta kalan ender koruluklarından birisi. Yıldız sarayları ve ek binalarının bahçesiymiş zamanında. Havuzlar, köşkler etrafınızı kuşatıyor gezerken. Sık sık giderim yıldız korusuna. Her sene sabırsızlıkla beklediğim, lale festivalinde ise bir başka güzel olur. Gezmeye doyulmaz, yürümekten yorulmaz insan. 2011 senesindeki festivalden birkaç fotoğrafımı paylaşayım. Hava muhalefetinden dolayı takip edenler hatırlayacaktır, pek uzun süre göremedik bu sene laleleri ne yazık ki. Ama olsun, iyi seyirler :)

Bir gemicinin kalemini oynatmak

Çok uzaktan geldim İstanbul. Dalgaların can aldığı, yağmurların rahat bırakmadığı Karadeniz'den geldim. Yorgunum İstanbul, yorgun. Ve hasretim toprağa, metal kokusundan da sıkıldım ayrıca. Yağmur yağınca haz veren toprak kokusunu özledim. Karaya ayak basmak istiyorum artık. Karımı özledim İstanbul, kızımı özledim. Sallanmayan bir masada yemek yemeyi, taze ekmek yemeyi özledim. Peyniri sıcaklığıyla ısıtan ekmek var ya, ondan işte. Otomobil gürültüsünü özledim, bina kadar motorların sesinden sonra vız gelecek olan bütün gürültüleri özledim. Biliyorum ait olamayacağım hiçbir zaman sana, gelsem de yine gideceğim. Yine geride bırakacağım sevdiklerimi ve sevenlerimi, içim kan ağlayarak.
Sen bana hoş geldin dedin İstanbul. Önce Anadolu'da gördüm ilk fenerini. Az kaldı dedim içimden, az kaldı dedik sonra hep beraber. Sonra Rumeli, bu balıkçı kasabasındaki fenerin ışığı ilişti gözümüze. Bir sigara yaktım valizimin üstünde uzanırken. Ailemi alıp buraya geleceğim dedim içimden. Bu balıkçı kasabasından denize bakacağım. Sanki özleyecekmiş gibi bakacağım hem de. İçimde mutluluk var İstanbul. Kavuştum yine sana. Sen sakın bir şey söyleme İstanbul. '...Hayat güzel, ömür kısa...'

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Neye Şikayet Edersin, Uçabilirken ?

Güzel kardeşim, kıymetli kuşum, martım benim. İstanbul'umun gözde simgesi, gür sesli bembeyazı, vapurların ebedi yoldaşı neredeyse her günümüze ortaksın, simidimize, balığımıza, havamıza, suyumuza ortaksın. Doyasıya, kıyasıya uçarsın, coğrafyamızın bir parçasısın...
Tamam ya amma da abarttım seni. Abicim herşey güzel işte, hava nefis, güneş yeni doğmuş, bir çoğumuz bu gün ne işe, ne okula gidecek, ben vapurda çaktırmadan sigara içebiliyorum, çayım elimde, simidimi de seninle paylaştım işte. Ama sen bir gürültüdür koparıyorsun yarım saattir. İyi ki bir dilenci vapuruna binelim dedim yani, şişirdin kafamı be abicim ya. Az bi sus da denizi falan dinleyelim, şöyle uzaklara dalalım, derin düşüncelerde kaybolalım. Yoook illa çıkartacaksın o yansıma sözcüklerle ifade edilemeyen sesi dimi. Ben de geçmeyeceğim bu güzel havada içeriye.
Şaka yaptım be seviyorum seni. Seni görmek bana, boğazda olduğumu hatırlatıyor. Seni görmek, yemeğimize katılan garip maddeleri, soluduğumuz havanın pisliğini, cinayetleri, kazaları, benzinin 5 lira olmak üzere oluşunu, kredi kartı borçlarımı, altta kalan derslerimi, yaklaşan sınavlarımı, yaşadığım ayrılıkları unutturuyor bana. Şu şehri bekleyen kim kaldı ki senden başka ? Ben de gideceğim bir gün, sen yine kalacaksın ve yeni aşıkların simitlerine ortak olacaksın, küçük çocuklar uzağa atamayacak, suya girip alacaksın. Ada balıkçılarından balık çalacaksın, küfür edecekler ama duymayacaksın. Süzüleceksin sen, el değmemiş beyazınla, heykellerin kafasına pisleyeceksin. Rahatını bozmasınlar senin, sen de hatırlat insanlara, 'burası İstanbul' de, ona göre yaşayın, tadını çıkarın de. Güneş, boğaz, martılar de, çay, simit, sigara de, 'Hayat garip, vapurlar falan' de. De ki üzerine beton dökülmüş bir çukur gibi görünmeye başlayan bu şehir, bu şehirde yaşayan insanlar umudu, unutmasınlar.