3 Aralık 2016 Cumartesi

Ölümlü Dünya

Aylardır izliyoruz bant yayınlarından, okuyoruz elektronik mecralardan ve beğeniyoruz. 
Neden bilmiyorum ama beğeniyoruz ısrarla. 

Tek suçu 20 yaşını doldurmak olan insanların şehadet şerbetini içişini, hayata gözlerini yumuşunu, öteki dünyaya intikalini, vatan uğruna canını feda edişini, yanarak can verişini...

ÖLÜMÜNÜ yani. 
Kocaman ve doğrudan yazdım, Şimdiki haberciler gibi küçücük ve dolaylayarak değil.
Yücelterek ve avutarak hiç değil.
Alışmayalım diye.
Ölüme.

Tabi bir de oradan geçmekle suçlu olanlar var, orada otobüs beklemekle. Oradan uçağa yetişmek istemek gibi büyük bir hatayı yapanlar var, orada eğitimine devam etmek gibi bir gaflete düşenler... Ölümü hak etmek için.

Hatırlatmak istedim sadece. Güneşi gereğinden daha az gördüğümüz bu günlerde.

1 Kasım 2016 Salı

Kışın Bana Yapmaya Kalktıkları


Otel anahtarlıklarını tanır mısınız? Gereksiz bir şekilde aşırı ağır ve sarı olurlar. 

Onları sevmiyorum.

Yine de bazıları güzel bir şeyle buluşuyormuş. 
Çok sıcak bir günün son, yepyeni bir günün ilk saatlerinde karşılaştık onunla. 
Bozca adını fazlasıyla hak eden bir adada, Ege'ye yakışır bir otelde bekliyordu beni.

Gecenin sabaha yakın bir yarısında, bana nasıl yarım yamalak olduğumu hatırlatmak için.

Hiç çalmayacağını bildiğim bir kapıydı bu. 
Çıkarken sertçe vurmaya gerek olmayan, sessizce açılmak gibi bir beklentiye kapılmayan ve ardında konuşulanları saklamaya çalışmayan bir kapı.
 Benden bir şeyler taşıyordu da sanki, o gece o otele girişimi bekliyor gibiydi.
Bana anlatacak bir şeyleri var gibiydi.

Eski bir dostla buluşturdu sanki beni. Adını bilmediğim bir kadın, bir sevgili ile.
Onun kelimeleri ile buluşturdu beni, narin kalemi ile.

Geçmişe götürdü beni, kollarımdan sürükleyerek yerlerde. 

Şiire harcayacak vakti yok insanların bu günlerde. Ne yazık ki sevmiyorlar da artık birbirlerini. 

Olsun, gelin benimle. Kısacık bir süre.

'Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp 
Sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp 
Sanki benden bahsetmiyormuşum gibi 
Hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi 
Fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana '

Kışın Bana Yaptıkları / Birhan Keskin

17 Ekim 2016 Pazartesi

Yolculuk



Bir şey olacak mı sandınız?
Bu gidiş bir yere varacak,
Biri birine kavuşacak,
Bir düdük ötecek,
Ya da bu tren duracak...

Bir bakın yolculuğunuza.
Olduğunuz yerde, şu anda.

Gitmediğiniz,
Ya da gideceğiniz
Bir yol kalmayana dek sürecek.
Ve bu yolculuk, sizi tüketecek.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Pazartesi Sendromu

Modern zaman İstanbul'u, İstanbul'lusu.

İçime sığmıyor artık bu şehre ve şehirdeki insanlara dair sevmediğim şeyler.

Hava alanı müşterisi bekleyen taksici gibi bekliyorum, günü kurtaracak sürprizleri.

Durun bir bakın elinizdeki telefona, kablosuna. O kablonun kelepçe gibi ellerinizi nasıl sardığına, ekranın el feneri gibi gözlerinizi nasıl kör ettiğine bir bakın.

5 yıl önce adını bilmediğiniz kahvenizden bir yudum alın, ve doğaya daha az zarar veren karton tutacağınızla gurur duyun.

Alacağınız 6. kahve bedava olsun diye, 5 defa damgalatın hatta ve satın sadakatinizi 1 kahveye.

Yeniyi denemek yerine sıradanlaşın, ısrarla.

Youtube'a bakın ne dinlesem diye, sonra kendi istediğinizi değil Youtube'un istediğini dinleyin.

Justin Bieber'e çıksın bütün şarkıların sonu.

Sizi hiçbir zaman keşfetmeyecek olan insanların keşfetine düşebilmek için, ########## kelimeyle anlatın fotoğrafınızı. Kendi hikayenizi yazmayın.

Taklit edin, çekinmeyin. Aynı olun, üretmeyin.

18 Ağustos 2016 Perşembe

İnsanca


Sodom musun, Gomore mi be talihsiz İstanbul. Karakolların boşalmıyor bir türlü. İnsanca yaşayamıyor insanların. 

Sıra dışı bir çarşamba günüydü. Hiçbir işim rast gitmiyor, aldığım kararların yanlış olduğu çok geçmeden ortaya çıkıyordu. Büyük dert değil, ertesi gün hepsini çözeceğim diyordum. Ama mutsuzdum. Uzun zaman sonra ilk kez. İşten çıkıp trafiğiyle boğuştum tanıdığım en eski kevaşenin. 

'Saatte x kilometre ile yol almak' deyimi halimi görse, bir sigara yakardı. 

Çok sevdiğim her şey gittikçe uzaklaşıyor, şehir ışıklarını üstüme kapatıyordu. Akıl almayacak planlar yaptım, hem kendim hem arkadaşlarım için. Hatta öyle ki, birine kendi ütopyamı iteledim. 'Ya tutarsa?' diyerek. Tutmadı tabi. 

Babam yaşında şarkılar dinledim eve dönerken. 

Mahalledeki gereksiz trafiği fark etmem uzun sürmedi, ben müziği kıstıkça onlar daha çok bağırıyordu sanki. Kavga değildi bunun adı, eski sevdalarına, kaybettikleri yakınlarına, aldıkları uyuşturucuya, korkuya ve hırsa yenik düşmüş olan beyinlerini arabalarında bırakıp, el frenini çekip, camları ve kapıları kapatmadan inen birkaç bedenin birbirini alt etme çabasıydı. Arabalar çok yalnız kalmıştı.

Kenara çektim. Aradan yavaşlayarak geçen, konuyu anlamaya çalışırken önümü kapatanlara küfür ederek izliyordum. Hiçbir şey düşünmeden. İzzet çok sık küfür ediyordu. 'Öz abini dinle bari' diyen birini dinlemiyordu. Öz abisi değildi belki de. Tüm gücümle ona baktım. Karışık bir yerden sıyrıldı. Ayağı kaydığı için sendeledi ama vazgeçmedi. Belki de hiçbir şeyi bu kadar istememişti. 

Yüzünde gurur duyan bir ifade yoktu, belki de yeterli sebebi olmadığından, kim bilir? 
Film gibi değildi. Tüm kalabalığı, mekanı ve kahramanları gösteren geniş plandan, bel altına ya da göğüs plana geçmedi görüntü. Elindeki bıçağa özellikle bir ışık da düşmedi, izleyici görsün diye. El ayak detayı da verilmedi, merak uyandırmak için. Karşıdakinin yüzü de görülmedi, korku dolu bir ifadeyle. Öyle büyük bir çığlık da duyulmadı, hatta belki de kimse hiçbir şey duymadı, İzzet bıçağı saplarken.

Katil olmak için can atıyordu elleri. Kan istiyordu.

Sonra orada ne oldu bilmiyorum. Ama ben sinirlendim yine. Buralarda, hemen her gün, yüzlerce şeye sinirlenmek, normal hale gelmişti. Ve ben sinirli bir adam olduğumu düşünmeye başlamıştım. Şeker hastası da değildim halbuki. 

Her gün görüp duyduklarım, aşinası olduklarım, önemini unuttuklarım beni bu hale getirdi. Cinayeti ölümden saymaya başladık. Gözlerimizi kapatıp, kulaklarımızı tıkadık. 
İnsanca yaşamaktan, sınıfta kaldık.

14 Ağustos 2016 Pazar

Berber Çırağı

İnşaat sektörü çok gelişti azizim.

11 yaşındaydım ve annem babam ayrılmıştı. Babamın beni götürdüğü berbere artık gidemiyordum. Çünkü uzaktaydı. Başka hiçbir berberi de tanımıyordum. Çünkü saç kestirmek benim için dikta edilen bir angaryaydı. O zamanlar hiçbir banka şubesinin bile bulunmadığı, küçük semtimiz Seyrantepe’de 7-8 kadar berber dükkanı vardı. E ihtiyaç hasıl olunca ben de başladım arayışa. 11 yaşındaydım ve artık berber koltuğuna konulan tahtaya oturarak traş olmayacaktım.
Başladım dükkanları gezmeye. Bunda sıra var, burada çok duman var, burası çok pahalı derken mahalledeki en uzak dükkana kadar yürüdüm.

Yeni açılmış tertemiz bir dükkandı. Siyah beyaz damalı fayansı ve aynaların arasında televizyonları vardı. 2015 senesini düşünecek olursak bu büyük bir hizmetti ve beni içeri girmem için yeterince cezbetti. İçerideki usta beni küçük görmüş olacak ki elindeki işe devam etti. Ben de içeride bulunan benim yaşlarımdaki çırağa yöneldim, ‘Sen traş eder misin beni dedim’. Ustasına göz ucuyla bakıp onay aldı ancak, makine kullanmak yasaktı. Böylelikle telafi edilemeyecek hatalar ortaya çıkmayacaktı. Başladık traşa. Altımda tahta yoktu, çünkü Musa’nın da boy olarak benden çok bir farkı yoktu.

İşi bitince usta da izlemeye ve yönlendirmeye koyuldu. Derken traş bittiğinde benim gibi Musa da çok mutluydu.

O günden sonra, aradan geçen yıllarla Musa kalfa oldu, Musa usta oldu. Ustası başka biriyle ortak oldu. Ustası uyuşturucu bağımlılığı yüzünden mesleğinden oldu. Musa dükkana ortak oldu. Ortağı Musa ile iş yapmayacak olunca, Musa dükkanın sahibi oldu.

Ve ben aradan geçen 10 yılda, sadece 3 defa Musa’dan başka birisinde traş oldum. 2’si askerde, 1’i de yurt dışında geçen uzun süremdeydi ve içimde aldatmanın verdiği o değişik his hakimdi.

Bilen bilir, zordur alışmak ve hiçbir şey söylemeden traş olmak. Her seferinde o koltuktan memnun kalkmak, tüm dedikoduları berberden almak.

Bir gün telefon ettim, ‘Sıra var mı, geleceğim’ dedim.
‘Ben dükkanda değilim’ dedi.
‘Ohh iyisin, tatile mi gittin’ dedim
‘Yok abi komple gittim’ dedi, gülümsemesinden feragat ederek.
‘Nasıl yani, bırak şakayı saçlarımdan yastık dolar’ dedim.
‘Ben mesleği bıraktım abi’ dedi.
‘Lan oğlum saçmalama, bu yaşta meslek mi bırakılır, ne iş yapacaksın dedim?’
‘Müteahhit olacağım, emlak işine başlayacağım abi’ dedi.

Bir süre daha inanmasam da, feragat ettiği gülümsemenin yerine koyduğu acımtırak ses tonundan açıkça belliydi.

Berberim müteahhit olacaktı. Demek ki inşaat işinde çok para vardı.

İcra ettiği zanaatı bırakacak, keyifle tuttuğu makası çantasına koyacak, çıraklıktan başlayıp sahibi olduğu dükkanı kapatacaktı. İşte tüm bunları düşünürken emin olmuştum. İnşaat işinde çok para vardı.

Ve Musa müteahhit olacak, bense şimdi banka şubelerinden,  pastane ve dönercilerden geçilmeyen Seyrantepe’de tahtaya oturmadan traş olabileceğim bir dükkan bulacaktım.

12 Temmuz 2016 Salı

Coğrafya Kitabı

Dağların Ege'de denize dik olarak uzandığını gördünüz mü siz? 

Ben gördüm. Sıcak iklimin iç kesimlere doğru sokulduğunu, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinin aksine kıyı ile iç kesimler arasındaki sıcaklık farkının az olduğunu, bitki örtüsünün daha benzer olduğunu gördüm. Ulaşımın kolay olduğunu, akarsuların Menderes'ler çizdiğini ve delta ovaları oluşturduğunu, bu verimli topraklarda her çeşit kaliteli meyvenin yetiştiğini gördüm. Yani ortaokuldan sonra senelerce okuduğumuz coğrafya kitabını gördüm. 


Demem o ki, siz içinde olduğunuz, içinde olmaktan memnun olduğunuz apartmanlardan ve plazalardan yola çıkıp yapay yıldızlarının sayısı ve büfesinin açıklığı ile övülen bir tatili kazanılmış bir ödül addederken ben tarihin katman katman uzanıp yattığı yerlere ayak bastım.

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Hamamböceği

Işığı gören hamamböceği gibi şaşkın bir süratle kaçıyoruz. Ait olduğumuz, doğduğumuz, doyduğumuz, okuduğumuz, çalıştığımız bu şehirden. Nedenini bilmeden rahatsız oluyoruz. İlk fırsatta deliğimizden çıkıp amaçsızca koşuyoruz sağa sola. Birileri üstümüze basıp öldürüyor bazılarımızı kazara. Ölmeyenler de geri dönüyor zaten, deliğin pisliği örtmekteki tatminkar karanlığına. Bir daha bakın yaşadığınız İstanbul'a. 

19 Haziran 2016 Pazar

Zürafa Sokağı

Zürafa Sokağı'nda bir cüce, dev gücünde elindeki yüküyle.
Eski kerhanelerin yanıbaşında, karhanesinden çıkıyordu.
Ve düşüp yuvarlanacak, küçük boynu kırılacak diye
Korku dolu gözlerle izletti kendisini.
Birinci sıradan.


Onun sıradanlığına alışamadan devam edince yola
Galata'ya ulaşmakta güçlük çektim. 
Tüm dehlizlerin buluştuğu noktada durup fotoğraf çekecektim.
Artık bira içilmeyen kaldırımların başka bir amacı olamaz.
Anasına, bacısına cilalı bir küfür çektim.

Orda Bir Köy Var

Evet, orada bir köy var. Kuzey tarafında koca şehir İstanbul'un. Bu köy hem uzakta değil, hem de bizim değil aslında. Bu kaosun, hengamenin ve devinimin yanıbaşında, bambaşka bir kültüre aşina bir köy var. Polonezköy var.



İsmi düşündürmedi hiç birimizi ama Polonyalılar ile alakası var. 1842'de bir iç savaştan kaçıp, Osmanlı Devleti'ne sığınan Polonyalılar. Ya da Lehistanlılar, tarih kitaplarındaki adıyla.

Bu gün bir turizm köyü olmuş, açık büfe brunchlar, kahvaltı dahil konaklamalar...

Kim derdi ki Adam Mickiewicz sokağında yapılacak hatalı sollamalar?

15 Haziran 2016 Çarşamba

Sanat için sanat

Biraz içimden uzaklaşmam lazım artık. Yazdığım yaptığım her şey sadece beni ilgilendirse de, içimden başka yerlere bakmalıyım. Etrafımda merkezi olmadığım, devinimleri hiç bitmeyen bir dünya var ve ben bir kafese kapatmışım sanki kanatlarımı.

Karın tokluğuna yaşıyorum, yazıyorum.

Unutulma korkusu değil ama iz bırakma arzusu var içimde. En az bir kelimem nüfuz etsin istiyorum her gören göze,

8 Mart 2016 Salı

Aldatmak

Şu sıralar Aldatmak diye bir kitap okuyorum ve düşündüm bunun üzerine biraz.

Kendini aldatmak aldı en çok vaktimi. Sıklıkla yaptığımdan mıdır bilmiyorum ama acı geldi tadı damağıma biraz. 

Neyse önemli değil bu. Başarısız olmadığın sürece inanmak istediğine inanabiliyorsan yani, daha fazlasına ihtiyaç duymayabilirsin.

Hele ki ay aydınlık bir gecede. Çağırdığın kimsenin gelmediği, kimsesizlikle de yetinebildiğini anlayınca. Daha iyi olmayabilir ama daha kolay oluyor. Yollar kısalıyor gözünde ve için gidiyor en azından istediği yere. Ve takdir edilmeye duyulan ihtiyacın giderilmesi gibi, ruhun doyuyor birden bire. 

'Buzla sulandırılmayı, suyla bulandırılmayı' hakaret sayan bir kalbin beklentisi karşılanıyor adeta. Sek içiliyor, 'Çırılçıplak bir meczupluk halinde.'

Pulsuz yüzlerce mektubun varsa, muhakkak değmiştir elleri ellerine ve bu yeterlidir, ağır ağır eskidiğini hissetmeye.

4 Mart 2016 Cuma

Bir İnsana Güvenmek

Hepimiz geri zekalıyız aslında bir bakıma yahu. İnsana hiç güvenilir mi?

Nerede görülmüş bir taşın bir insanı bilerek, isteyerek ve severek kanattığı? 

Ya da tüm koşullar elverişli olmasına rağmen bir arabanın yarı yolda bıraktığı sahibini? Hem de son modelinin. 

Buna benzer yüzlerce örnekle yetinmeyip hala insana güvenmenin sonuçlarını konuşmak isterdim burada da kimin ihtiyacı var ki buna?

Kendi içinde kaybolmak gibi bir şey, insana güvenmek. Kar tanesinin kaderinden zerre farksız olarak hem de.

Yer yüzünde kendisi ile çok küçük farklar ihtiva eden suya güvenip, yok oluşa doğru olan yolculuğunu tamamlar, kar tanesini yok ettiği kadar suyu güçlendirir, umulmadık bir heyecan ile dans ederek.



29 Şubat 2016 Pazartesi

29 Şubat

Elbette ki değişimin kaçınılmazlığına inanıyorum.

Peki öyleyse neden kaçıyorum?

Piyano çalmaktan sıkıldığını söyleyen bir piyanist duydunuz mu hiç? Ya da katiplikten memnunum, artık sanat için yazmayacağım diyen bir yazar. Elbette kokusu ağır ve zahmetli diye resmi bırakmadı hiçbir ressam ve artık bir filmi yönettiğini hissetmekten keyif almadığını açıklamadı bir yönetmen.

Bu sene çiçek açmamalıyım diye karar veren bir ağaç olduğunu da sanmıyorum.

(Eğer ağaçların karar alma mekanizması olup olmadığını sorguluyorsanız, büyük resme bakınız.)

Başlarken hayal ettiğim bir yer vardı, şu anda hayal ettiğim yerden o kadar uzaktayım ki nereden başladığımı bile bulamıyorum.

Elbette ki çevresel koşullar çalışan, üreten, sanat için emek sarf eden her bir bireyi olumlu veya olumsuz etkilemektedir.

Ancak,

Güneş ve ay gökyüzünü paylaşır, insanlar ilk nefesin acısı ile ağlaşır, son nefesin ağırlığı ile savaşır ve Şubat bile yüzde 25 olasılıkla fazladan bir güne ulaşır.

O zaman hiç kalmadığını iddia etmeyelim umudun.

Elinden tutalım içimizdeki küçük çocuğun ve yola koyulalım. Mesaj açık. Dünya biz yokken de tüm ağırlığı ile buradaydı ve kaçınılmaz bir şekilde burada olmaya devam edecek. Onu biraz rahatsız etmeye ne dersiniz :)







24 Şubat 2016 Çarşamba

Aldatmak da Bir Cinayettir

Aldatmak da bir cinayettir. Hem de zaman zaman birden fazla insanın canına kast eder. Faili iki kişidir ve suç tamamen ortak olarak paylaşılmaktadır. Bırakın türk ceza kanununu herhangi bir modern ceza kanununda suç değildir ancak can alır.

Unutmayın aldatmak bir cinayettir. 

Ve bütün mezarlıklar, bunun kadar aydınlık değildir.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Kangren-

'Kangren olan bir bacağı kesmeye karar verme aşamasında hissedilen veya hissedilmesi mümkün olanlardan bahsedeceğiz biraz bu gece.' desem, okumayı bırakıp huzur dolu dünyanıza geri döner misiniz? Cevabınız evet ise, lütfen vakit kaybetmeyin.

Hayır ise bunun tıbbi bir döküman olmadığını belirtmek isterim. Ne olduğu, sebepleri, belirtileri ve tedavisi hakkında da doğal olarak pek bilgi sahibi değilim.

Peki nasıl devam edebiliriz?

Benzetme yapmayı severim.

Benzetme yapmak, dilimizin ve belki de bir çok dilin vaz geçilmez bir parçası. Her zaman, hemen hepimiz anlamı kuvvetlendirmek için buna baş vurmaz mıyız? Kelimeler kifayetsiz kalmasın diye, hitap ettiğimiz her kimse, kalbine veya beynine hitap ederken severek yaparız bunu.

Uzun cümleleri severim ama bu gece değil.

Bir parçanızı kaybetmeme isteği, hayatta kalma iç güdünüze ne kadar karşı koyabilir? Hele ki her saatin 60'ta birinin bu kadar kıymet görmesi gereken bir vakitte?

Tek şansınız yardım edebilecek birilerinin var olmasıdır. Geri kalan hayatınızın nasıl olacağını düşünmeye çok kısa bir vakit ayırdıktan sonra, bir hayatınız olması için gerekenin yapılması için can atarsınız.

Eğer aylar, yıllar boyunca yürümenize, koşmanıza, okumanıza, çalışmanıza, özgür hissetmenize, sevmenize, sevilmenize ve sevişmenize kısacası kendiniz olmanıza yardım eden kişi veya şey, canınıza kast ederse hissedecekleriniz de benzer olacaktır.

Olmalıdır.